En Yeni Dünya Düzeni

Her şey Amerika’nın Trump’ı seçmesiyle başlamıştı...*

23. Yüzyıla ulaştığımızda dünyada artık her şey bambaşkaydı. Amerika’nın 45. Başkanı Donald Trump, son dönemindeyken uluslararası gizli bir projeyi devreye sokmuştu: En Yeni Dünya Düzeni v2. Bu uzun soluklu projeyle birlikte bütün dünyanın –literally- altı üstüne getirilecekti. Avrupa ile ortaklaşa başlatılan bu gizli proje kapsamında, denizlerin ve okyanusların en dip noktalarından bütün dünya’nın altı kazılarak zemin suyla doldurulacaktı. İki asır sonunda ise zeminde bırakılmış son kolonlar da bir anda yıkılıp yeryüzündeki tüm kara parçaları sular altında bırakılacaktı. En nihayetinde, Dünya’da sadece Avrupa ile Amerika ayakta kalacak, evrimin şanlı yolunda ilerleyen milletler bir aşama daha kat etmiş olacak, en güçlü halkalar ayakta kalıp zayıflar yok olacaktı. İlerleyen tıp yüzünden kitlesel ölümlere yol açan salgınların artık popülasyon kırıcı etkisi kaybolmuştu. Trump ise bu salgınların yerini suni olarak doldurmak gerektiğini düşünmüştü. Gerçi kendisini uyaranlar da olmuştu: “Mr. Trump, peki ya düşman kalmayınca biz kendimizi hangi öteki üzerinden tanımlayacağız?” Efsane lider ise soğukkanlılığını koruyarak “Ne ötekisi? Biz Amerika’yı harika yapacağız. En ötekiler dışarıda olacak. Amerika’yı eski muazzam günlerine kavuşturacağız.” şeklinde bir cevap vererek tarihe geçmişti.

Arada geçen iki asır Türkiye’yi ise çok değiştirmişti. Başkan Erdoğan döneminde ekonomik büyümeyi abartan ülke, 50 yıl içerisinde İsveç refahına ulaşmıştı. Takip eden yıllarda eşitsizlikten toplumsal cinsiyet rollerine, kullanılan dilden dini inançlara kadar her şey radikal bir biçimde değişmişti. Fakat refahla beraber gelen politik durağanlığa alışamayan Türk halkı, nihayetinde kendini aksiyonun ve heyecanın eksik olmadığı sürekli devrim hareketine teslim edip bu sıkılganlıktan kurtulmuştu. 22. Yüzyılın ilk başlarında ise antik Karesioğulları medeniyeti yönetimi ele geçirmişti.


Karesioğulları, yönetimi ele aldığı sırada ülkenin 47. Kurucu lideri Berkecan'ın vefatı üzerine ağıt yarışmaları düzenleniyordu. Ülke, kültür-sanat noktasında çığırından çıkmıştı artık. Yapılacak yol köprü TOKİ inşaat kalmayınca, buralara harcanan paralar artık belediyelerin kültür sanat programlarına aktarılıyordu. İktidarı elinde tutan Karesioğulları, halkı derin bir kutuplaşmanın içine sürüklemişti. Balıkesir yöresinin kültürünü dayatmaya çalışan Edremit hareketi, iktidar desteğini de arkasına alınca bütün ülkede terör estirmeye başlamıştı. Memleketin her yerinde yöresel terimlerini yerleştirmeye çalışan Edremit hareketi, bir yandan da sokak sanatçıları kisvesi altında stratejik noktalara kendi türkücülerini gönderiyordu. Yeni kavramlara karşı yobaz tutumuyla ünlü İzmir antik kenti ise simite gevrek demekte ısrar ediyor, ultimatomlara direniyordu. "Zararlı gibi gözüken ama arada faydası da var yalan olmasın cemiyetler listesi"nde başı çeken Trabzonlular Derneği de ülke çapında misyonerlik faaliyetlerine devam ediyordu. Orta Anadolu gibi, farklı kültürlerin karşı karşıya geldikleri bazı bölgelerde ise şiddetli aşık atışmaları, çekişmeli öykü turnuvaları ve AVM konserleri düzenleniyordu. Bu çatışmalarda ölüm kavramı yerini ontolojik boşluğa, gazilik ise kafa karışıklığına bırakmıştı.

İşte bu şerait altında, Karesioğullarına yürekten bağlı, vatanının sınırlarını koruyacak, 25’lerinde delikanlı bir lider çıkmıştı İstanbul’un banliyölerinden: Halit. Edebiyatçılarda çaycıların, ten renginde esmerlerin, musikide neşitçilerin, üniversitelerde Boğaziçi’nin safında duran Halit; Amerika'nın bu kötücül projesini zamanında görmüştü. Görmüştü görmesine de, anlattığı insanlardan kimseleri inandıramamıştı sözlerine. Herkes sözlerini ya komplo teorisiyenliğe bağlayıp ti’ye alıyor, ya da istihza ettiğini sanıyordu.

Ülkesindeki derin entelektüel ortamdan da epeyce etkilenen Halit, Dünya’yı akademisyen olup kurtarabileceğine inanmaya başlamıştı. Kapitalizmin tüm ögelerini tarihsel bağlamıyla tahlil edecek, Donald Trump’ı ortaya çıkaran sosyolojik arkaplanı analiz edecek, uluslararası hegemonyayı ve mevcut paradigmayı yapısöküme tabi tutacaktı. İşte bu saiklerle Avrupa’nın gavur memleketlerine yüksek lisansa gitmişti, hazır gitmişken doktorayı da aradan çıkarmıştı. “Çatışmalar ve Çözüm Teorileri” üzerine tezini de sunduktan sonra anlamıştı ki Halit, akademide bırakın Dünya’yı kurtarmayı, sırf hakim paradigmayı kırmanın yolu bile politikadan, sahadaki güç dengelerinden geçiyordu. Onca makaleden, onca referanslardan sonra “Amerikalılar dünyayı ele geçirecek.” tezine geri dönüyordu.

Artık iyiden iyiye fildişi kulesinden inip, avamı yönlendirmek gerektiğine kani olmuştu Halit. Henüz genç yaşına rağmen ilmi ve akademik altyapısını inşa etmiş olması büyük avantaj sağlıyordu. Dinamik karakteri de kitleleri mobilize etmek için biçilmiş kaftandı. Gençlik zamanından beri tekrarlayıp durduğu “Lanet olası Amerikalılar. Ya Müslüman’sın ya Amerikan..” retoriklerini artık daha afili kelimelerle ve daha sistematik bir şekilde pazarlamaya başlamıştı. Sürekli devrim hareketi vesilesiyle, Karesioğullarından bir sonraki Kurucu Lider olma şansını ele geçirmişti.

Ülkede yönetimi ele aldıktan sonra Halit Başkan çalışmalara hızlı başlamıştı. İlk yaptığı iş, halkın birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyacağı bir ortam oluşturmak olmuştu. Sonrasında ülkedeki Anadolulu edebiyat hareketlerindeki sinerjiyi Anti-Amerikan Hareketi’ne kanalize etmişti. Bir yandan da memleketteki bütün demokratik kurumları hızla kaldırıyor, muhalifleri oldu bittiye getirilmiş mahkemelerle bastırıyor, yeni dili Halitçe olarak değiştirip özgür medyanın da sonunu getiriyordu. Otoriterleşerek kumar oynadığının farkındaydı: Eğer başarısız olursa ismi tarihte bu milletin yüz karası olarak, başarılı olur ise de “büyük lider, komutan” filan diye anılacaktı tarih kitaplarında, tıpkı kendisinden önceki liderler gibi.

Başkan Halit tam bir gerçek diktatöre dönüşüp kitleleri yeni nesil post-post modern kitle manipülasyon araçlarıyla peşinden sürüklemeyi başardıktan sonra, ani bir kararla Trump’ın En Yeni Dünya Düzeni v2 projesini çökertmeye karar verir. Bu yüzden Boğaz’ın en derin noktalarında Amerikan denizaltılarına karşı birtakım saldırılar yapılacaktır. Bu ani gelişme üzerine, Neredeyse Bir Uluslar’ın daimi 2 üyesi olan Amerika ve Avrupa olağanüstü toplanarak henüz bitmemiş olmasına rağmen projeyi hemen uygulamaya karar verirler. 5 Kasım 2200 gecesi bir anda Dünya’nın yarısı sular altında kalır. Türkiye topraklarından ise İstanbul Boğazı’nın batısı tarihi karışır ancak Anadolu kurtarılır.

Ertesi gün onursal ulusal kahraman ilan edilen lider Halit, gazeticilerin “Dünya’yı kurtardınız, ne hissediyorsunuz?” sorusuna o tarihe geçecek cevabı verir: “Hiçbir Şey.”

Her şey bittikten sonra, bu olayların hepsinden daha şaşırtıcı bir şey daha olur. Avrupa yakasının suları altında yürütülen arama kurtarma esnasında, yetkililer Hisarüstü’nün zemininde yüzyıllar öncesinden bırakılmış bir Zaman Kapsülü bulurlar ve içini açtıklarında ise karşılaştıkları şey daha da gariptir: Boğaziçi’nde 150. yıl ile ilgili yapılan son toplantıda açılan şarabın mantarı**

*Kişi ve kurumlar neredeyse tamamen hayal ürünüdür.

**Bu kısım pek hayal ürünü sayılmaz. Boğaziçi’nin 150. Yılı etkinlikleri kapsamında Zaman Kapsülüne bu ve bunun gibi garip eşyalar yerleştirilir, internetten detaylara bakılabilir.

Bu yazı Amerikan seçimlerinden aylar önce, aslen Ahval dergisinin 6.sayısında yayınlanmıştır: ahvaldergisi.com

Yorumlar

  1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kurumlar (Institutions) Yazı Dizisi 1

generals.io: yeni nesil age of empires

It’s gotta be true, because data says so