bir uçurtma hikayesi
bir arkadaşım vefat etti.
birkaç yıldır annemle babamın öleceği günü düşünüyorum. nerede, ne zaman, ne şekilde gelecek, Allahu alem. ya ben okurken gelirse... bi iki gün memlekette kalır, hüzünlenir, sonra dönüp bi şekilde hayatıma devam ederim. en nihayetinde, ölüm de hayatın bi parçası. mısır'dayken hemen kenar semtte insanlar ölüyordu, alışmıştık. sabah 200 insan katlediliyordu, akşamına aynı yerde olabiliyorduk. şimdi suriye'yi takip ediyorum, ölümden beri bir gün dahi geçmiyor. ölüm, bizim memleketlerde sıradan. çok yabancılamıyoruz. o yüzden annemin babamın ölecekleri gün geldiğinde de, bunun sıradan olduğunun idrakinde olmalıyım.
hem, ölenin arkasından üzülmek bencilce değil mi biraz. yani eğer mevtanın akıbetinin hayr olacağına inancımız varsa, onun için ne güzel işte. fakat bizler, arkada kalanlar, hayattan çekilmek için sırasını bekleyenler olarak, gidenin gitmesine üzülmüyoruz aslında; daha ziyade bir daha onu göremeyecek olmamıza üzülüyoruz. yani yine kendimiz için üzülüyoruz.
-diye kendimi ölümlere hazırlıklı kılmaya çalışırdım.
ama olmuyormuş öyle. "sıradan" demeye çalışıyorum, "ölüm de yaşamdan bir kesit." demeye çalışıyorum ama dilin ikrarı var da kalbin tasdiki yok. ölüme alıştığım da koskoca bir yalanmış. hem, üzülmek de bencilce değilmiş.
biz yine hayatın akışında kaybolur gideriz üç beş haftaya da, ama o arkadaşnı eşi, annesi, babası... Allah onlara sabır versin.
ve son olarak: her gün çevremizden kalkan cenazelere gözümüzü kapatabildikçe ancak "yaşama aşkı" denilen o mel'un şeye bağlanabiliyoruz. ölümü günlük dilden çıkarabildiğimiz müddetçe hayata aşık olabiliyoruz, dünyalık işlerin peşinden hevesle koşturabiliyoruz. ölümü hatırdan çıkarabildikçe müzikler içinde bir hayat yaşayabiliyoruz. hayır, teklifim yas içinde bir rahibe hayatı değil, fakat mutedil bir hayat. ölüm bize teklif edildiğinde, kabul edebilecek kadar izzetli bir hayat.
evvelce korkmazdım ölümden, çünkü iyi kötü günahlarımın cezasını çektikten sonra cennete gidebileceğimi düşünürdüm. şimdiyse korkuyorum.
bir deneyelim ölümün yükünü hafifletmeyi. belki imgeleri değiştirirsek, "korkunç ölüm" algısını da yıkabiliriz. şu fotoğraftaki uçurtmanın yükselişini azrail'in ruhu bedenden çekmesiyle eşleştirin. siyah fonun üzerine beyaz harflerle koskoca puntolarla yazılmış vurucu bir "ÖLÜM" yazısının ya da elinde orağıyla, üstünde kapkara kıyafetiyle gelen azrail portresinin yerine bir de bunu koymayı deneyelim. belki hafifler acılarımız.

birkaç yıldır annemle babamın öleceği günü düşünüyorum. nerede, ne zaman, ne şekilde gelecek, Allahu alem. ya ben okurken gelirse... bi iki gün memlekette kalır, hüzünlenir, sonra dönüp bi şekilde hayatıma devam ederim. en nihayetinde, ölüm de hayatın bi parçası. mısır'dayken hemen kenar semtte insanlar ölüyordu, alışmıştık. sabah 200 insan katlediliyordu, akşamına aynı yerde olabiliyorduk. şimdi suriye'yi takip ediyorum, ölümden beri bir gün dahi geçmiyor. ölüm, bizim memleketlerde sıradan. çok yabancılamıyoruz. o yüzden annemin babamın ölecekleri gün geldiğinde de, bunun sıradan olduğunun idrakinde olmalıyım.
hem, ölenin arkasından üzülmek bencilce değil mi biraz. yani eğer mevtanın akıbetinin hayr olacağına inancımız varsa, onun için ne güzel işte. fakat bizler, arkada kalanlar, hayattan çekilmek için sırasını bekleyenler olarak, gidenin gitmesine üzülmüyoruz aslında; daha ziyade bir daha onu göremeyecek olmamıza üzülüyoruz. yani yine kendimiz için üzülüyoruz.
-diye kendimi ölümlere hazırlıklı kılmaya çalışırdım.
ama olmuyormuş öyle. "sıradan" demeye çalışıyorum, "ölüm de yaşamdan bir kesit." demeye çalışıyorum ama dilin ikrarı var da kalbin tasdiki yok. ölüme alıştığım da koskoca bir yalanmış. hem, üzülmek de bencilce değilmiş.
biz yine hayatın akışında kaybolur gideriz üç beş haftaya da, ama o arkadaşnı eşi, annesi, babası... Allah onlara sabır versin.
ve son olarak: her gün çevremizden kalkan cenazelere gözümüzü kapatabildikçe ancak "yaşama aşkı" denilen o mel'un şeye bağlanabiliyoruz. ölümü günlük dilden çıkarabildiğimiz müddetçe hayata aşık olabiliyoruz, dünyalık işlerin peşinden hevesle koşturabiliyoruz. ölümü hatırdan çıkarabildikçe müzikler içinde bir hayat yaşayabiliyoruz. hayır, teklifim yas içinde bir rahibe hayatı değil, fakat mutedil bir hayat. ölüm bize teklif edildiğinde, kabul edebilecek kadar izzetli bir hayat.
evvelce korkmazdım ölümden, çünkü iyi kötü günahlarımın cezasını çektikten sonra cennete gidebileceğimi düşünürdüm. şimdiyse korkuyorum.
bir deneyelim ölümün yükünü hafifletmeyi. belki imgeleri değiştirirsek, "korkunç ölüm" algısını da yıkabiliriz. şu fotoğraftaki uçurtmanın yükselişini azrail'in ruhu bedenden çekmesiyle eşleştirin. siyah fonun üzerine beyaz harflerle koskoca puntolarla yazılmış vurucu bir "ÖLÜM" yazısının ya da elinde orağıyla, üstünde kapkara kıyafetiyle gelen azrail portresinin yerine bir de bunu koymayı deneyelim. belki hafifler acılarımız.

إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ
Yorumlar
Yorum Gönder