Atanamayan İlmiye Sınıfı: Aydınlar

Şu son iki asırda ve benim müşahede edebildiğim kadarıyla bilhassa son 20 yılda, topluma yön verme iddiasıyla çıkmış, kendilerini akil addeden, entelektüel birikimini Batı'nın sosyal bilimlerinden beslenerek inşa etmiş, Hegel'den Jizek'ten alıntılarla "muasır medeniyetler seviyesi"ne çıkmanın kendilerince haklı gururunu yaşayan bir "Müslüman Aydın" camia türedi. Halbuki biz biliyoruz ki ulemanın yerine Batı paradigmasından köklerini alan aydın taifesinin ikame edilmesi Kemalist kadronun toplum mühendisliği projelerinden biriydi. Sormazlar mı adama, size ne oluyor ki, İslami ilim geleneğinden yetişmemişler olarak, "İslami olan’ı” üretme iddiası güdüp toplumsal hayatın ilişkilerinde epistemolojinizi "rasyo" üzerine temellendirerek ahkam kesmeye muktedir görüyorsunuz kendinizi? Ondan sonra gelsin “seküler hayat tarzına tepki” olarak her sahanın başına “islami” sıfatları. “İslami” tiyatro, film, edebiyat, sanat, banka, moda… Muhtelif alanların “İslami” diye sıfatlandırılarak fıkha uydurulmasına değil benim kızgınlığım, haddi zatında “İslami” olmayan bir alanı dahi Müslümanların tevile zorlamasına. Sınırlar zorlanınca da ortaya “İslami moda” gibi absürt kavramlar çıkıyor haliyle. Neyse, konuya dönecek olursak…

Müslüman aydın-alim ayrımını seküler mantığın içselleştirilmesine bağlamak mümkün. Ulemaya adeta "Sen yerinde dur, içtihadını ameli fıkıh çerçevesinde kur; siyasete, içtimai hayata, iktisada karışma." denilmiyor mu?

İsmet Özel'in, Sezai Karakoç'un fikirlerinin önemsenip de ulemanın görmezden gelinmesini kendime yediremediğimdendir belki bu itirazlarım. Peki alimlere reva görülen bu itibarsızlığın müsebbibini, İslami ilim geleneğinin Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki yapay kopuşunda, dolayısıyla ulemanın devlet eliyle kamilen yetişememesinde mi aramak gerekir; yoksa pozitif bilimlere öncelik addeden toplumun artık bu ilim geleneklerini arka plana atması gibi sosyolojik bir saikte mi, onu bilmiyorum. İlmiye sınıfının toplum nezdinde bu denli arka planda kalmasının sebepleri artırılabilir. Rıfat Börekçi gibilerinin “alim” imajını yerle bir etmesi, İstiklal Mahkemelerinin gövde üstünde sarıklı bırakmaması gibi bölgesel; modernitenin seküler perspektifi ve İslam’ın terakkiye mani olduğu yönündeki oryantalist görüşün tahakkümü gibi küresel nedenler de göz önünde bulundurulabilir.

Nazarımda "Müslüman entelektüel" demek, lugat anlamının dışında, ihtisaslaştığı bir sosyal bilim alanını muhtemelen hüsnü niyetle İslam çerçevesinde geliştirmek isteyen, her şeyde olduğu gibi İslam hakkında da az buçuk bir fikir sahibi olan muharrir ve/veya hatip demek. İslami literatüre hakimiyeti ise "Ben aslında çok müslümanım"cı, İslam'ı bir din olarak değil de kültür ögesi olarak tasavvur eden aydın güruhun birkaç kademe yukarısından ibaret. Sosyal hayata ilişkin görüşleri ise en iyi ihtimal ulemadan sonra ikincil olabilir.

Hasılı, sosyal hayatın düzenlenmesi görevinin aydınların tekelinde olduğu sanılmasın artık, pozitif bilimlere aşağılık kompleksinin getirdiği hayranlıkla bakılmasın, İslami ilim geleneklerinin mevcudiyeti ve bu ilim geleneklerinin çalışma sahasının ameli fıkıhtan öte olduğu hatırlansın diyorum. Bunlar için de önce kendi dinini öğrendikten sonra Batı filozoflarını okuyacak ve tenkit kabiliyetine sahip kadroların yetişmesi gerek. Tabi o da bu devletin hegemonyasındaki ilahiyat kurumlarından çıkmaz, belki bireylerin kendi çabaları ile olur. O da gerçek bir dönüşüme olanak vermez zaten.

Dipnot: "Ulemadan" kastım tabii ki bugünkü diyanet işleri başkanlığının yönetici ekibi ya da akademisyenleri değil, rahle-i tedrisattan geçmiş diplomasız ama icazetli alimlerdir. Alimi alim yapan kriterlerin arasında popülaritenin olmadığını söylememe de gerek yok sanırım.

Dipnot 2: Yine çok dağınık yazdım, sistematik ilerlemeyi öğrenmeye çalışıyorum ama, kusura bakmayın.

dosdogruhaber.com/ 24.04.2013

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kurumlar (Institutions) Yazı Dizisi 1

generals.io: yeni nesil age of empires

It’s gotta be true, because data says so