Boğaziçi’ne Mescid ve Sık Saflar
Belki duymuşsunuzdur haber sitelerinden, bir süredir Boğaziçi Üniversitesi’nde mescid açılması için birtakım faaliyetler gerçekleştirmeye çalışıyoruz. 2009’da büyük bir çaba sarf edilmiş, imzalar toplanmış, dilekçeler yazılmış ama nafile… Boğaziçi her zamanki zihniyetini muhafaza etmiş, İslam namına kulüp program ne duysa iptal ettiği gibi, mescid talebini de geri çevirmiş…
Aradan 3 sene geçti, rektör değişti, biraz umutlar yeşerdi. Dedik ki “belki Boğaziçi’nin bile bu kökleşmiş din düşmanı zihniyeti dönüşüm geçirmiştir.” Ama yine boşa çıktı bütün umutlarımız. Yine ulaşıldı rektörlüğe, yine geri çevrildi. Kişiler değişse de o rektörlük koltuğunun gerektirdiği kafa yapısı değişmemiş demek ki. Biz de artık bu sessiz sedasız çabalar sonuç vermeyince çareyi kamuoyu oluşturmakta, tepkimizi koymakta bulduk. Afişler asıldı, imzalar toplandı, dilekçeler yazıldı, videolar hazırlandı, sosyal medyada mescid talebi duyuruldu ve birkaç gün evvel de okulun her gün farklı bir yerine kurulacak olan “seyyar mescid” kuruldu. Olayların çoğunu “biz” diye anlattım ama bakmayın siz benim “biz” dediğime, bu cefakar arkadaşları kendine kardeş mesabesinde gördüğümden “biz” diyebiliyorum rahatlıkla. Her neyse. Bu kadar ses çıkınca tabi, üniversitenin kendine “muhalif” diyen öğrencileri de başladılar “şeriat geliyor” yaygaralarını koparmaya. Sosyal medyalardan olsun, kendi platformlarından olsun başladılar İslam düşmanlıklarını kusmaya.
Mescid düşmanlarının eleştirilerinin sığlığından anlıyoruz ki (eleştirilere değineceğim) önce İslam düşmanlığı diye bir gerçek var ortada, bu gerçeğin üstüne “neden açılmamalı?” minvalindeki eleştiriler sonradan türetiliyor. Sadece sığlığından değil, aynı eleştirilerin dinle arası olmayan insanlarca bu kadar sık kullanılmasından da anlıyoruz bunu. Mescid muhabbetine sonradan dahil olanlar da yeni bir eleştiri geliştiremiyorlar, çünkü zaten bu dine karşı düşmanlığın üzerine çekilen maskeler az ve transparan.
Küfür tek millet, “Ben patates dinine inanıyorum, ben de ibadethane istiyorum.” diyen ateist de “bizim de bazı korkularımız var, burasının siyasi bir merkeze dönüşmesinden, şeriatın gelmesinden korkuyoruz” diyen Tkp’li de, “Peki buraya mescid açıldığında kadınlar ayrımcılığa uğramayacak mı, onların cumalarda hutbe verip namaz kıldırmaya hakları olacak mı” diye kendince eleştiri yaptığını zanneden feminist de aynı zihniyetin temsilcileri işte. Sadece dünyevi bazı meselelerde ufak dallara ayrılmışlar ama hepsi de aynı küfür ağacının meyveleri. Hepsinin arkasındaki yüz, o bildiğimiz şeytani yüz: dinsizlik. Ortada ortak bir İslam düşmanlığı ve bu düşmanlığın yüzlerce maskesi var. Bu güruhun her bir eri de kendi yüz hatlarına göre bir maske seçiyor. Kimisi feminist maskeyi seçmiş, dinde kadınların ayrımcılığından vurmaya çalışıyor; kimi kendine laik maskeyi yakıştırmış, şeriat korkusu satıyor piyasaya. Biri de çıkıp diyemiyor ki, “Ben İslam’dan ve Müslümanlardan rahatsızım, onların bu okuldaki varlığı beni huzursuz ediyor.” Edecek tabiki, etmesi lazım. Biz sizi rahatsız etmeye geldik en nihayetinde.
Bugün mescidi “demokratlığı” adına destekleyen mürted gruplar da, kendi “demokratlığına” halel gelmesin diye destekliyorlar. Yarın mescid meselesinden biraz daha suya sabuna dokunan bir meseleyle karşılarına çıktığımızda, elbette ki “yeter artık.” diyecekler, elbette “mescid verdik yetmedi mi” diyecekler, sanki bizlere mescidi lütfetmiş gibi…
Bir de dayatma mevzusu var ki canımı en çok sıkanlardan biri de bu diyebilirim. Densizliklerde sınır tanınmıyor: Kimisi çıkmış “orada cami var, hemen gidip gelirsiniz.” diyor, kimisi “Allah size kaza namazı diye bir şey vermiş, sonradan telafi edersiniz işte.” diyor, kimisi “İslam kolaylık dini, kılmayıverin.”… Yani kalkmış Müslümanlığı sözlük anlamından başka yönüyle tanımayan adam başıma müçtehid kesilmiş, fetvalar veriyor… Sen benim dinime göre neyi nasıl yapacağımı, bir inançsız olarak nasıl bilebiliyorsun da çıkmış bana nutuklar çekebiliyorsun arkadaş? Bu nasıl bir dayatmadır, nasıl ukalaca konuşmaktır.
Bir başka eleştiri de şu: “Mescid istiyorsanız, kilise de isteyin.” Bre zındık, biz burada demokrasi askerleri değiliz, İslam’ın neferleriyiz ya da öyle olmaya çalışıyoruz. Hristiyanın varsa bir isteği, pekala o da gidip bir ibadethane talebiyle çıkabilir rektörlüğün karşısına. Kaldı ki onların kilise isteği bile bizim mescid talebimizden çok daha “demokratça” karşılanacaktır, orası aşikar.
A1 noktasına karşı eylem yapan insan, benzer özellikleri taşıyan A2 noktasına karşı da aynı eylemi yapmadığında, A1’e karşı takındığı tutum meşruiyetini mi yitirecek? Boğaziçi Üniversitesi’nde Starbucks’ı işgal edenler Türkiye’nin bütün üniversitelerindeki bütün özel işletmeleri işgal etmediği sürece Starbucks’daki eylemleri anlamsız mı kalacak? Yani bu eleştiri de, hani şu “şapel de açtırın o zaman” tadındaki, belli ki sırf mescide karşı çıkmak için türetilmiş bir maskeden ibaret.
Biraz da özeleştiri yapalım. Müslümanlar olarak bizim bugün düştüğümüz büyük bir hata var: Zaten “onların” kurdukları sistemin çarkına girdiğimiz için halihazırda yeterince kirlenmiş olduğumuz halde hala onların metodlarını, onların liberal söylemlerini kullanmaya devam ediyoruz. Bu da Müslüman genç nesiller olarak bizim çiçek böcek sevgisi kadar saflığımızdan işte. Mevzunun derinine inmemek gerek belki, nifak tehlikesinden mütevellit.
Bir de evet, küfür milletini yeterince “öteki” olarak görememek var ki bu her alana uyarlanabilecek köklü bir sorun zaten Türkiye’de. Şimdilik şunu söyleyerek ertelemek istiyorum bu mevzuyu: “Öteki”ne İslam’ı hoşgörü dini olarak göstereceğiz diye biz kendimizi yeterince ümmetin içinde göremezsek, bir ömre kalmaz o “öteki”nin içinde kayboluruz da ruhumuz duymaz.
Selametle…
dosdogruhaber.com/ 24.12.2012
"Biz sizi rahatsız etmeye geldik en nihayetinde."
YanıtlaSilYani dinsiz dediğin grup sizin aktivitelerinize karşı çıkmasa mescid açma çabalarınız bu kadar yoğun olmayacak mıydı? İslam: sevgi dini.
İyi nokta yakalamışsınız hocam: "Biz sizi rahatsız etmeye geldik en nihayetinde." Yalnız çıkarımınız biraz zorlama olmuş sanki ya da bilmiyorum, belki de ben yanlış manaya açık şekilde yazmışım. Neyse, o kadar önemli olduğunu düşünmüyorum. O söz bir yazara atıftı esasen... Şükür, varlığımızı karşıtlarımızın varlığına borçlu değiliz. Ama tarafımızı çizmek, tavizleri abartacak kadar uzlaşmacı tavırdan çekinmek bizim bizliğimize artı katar. İslam'ı da salt sevgi dini olarak tanımlamak sanki biraz yanlış adsız arkadaş.
YanıtlaSilbu "islam: sevgi dini" tanımı (mı desem denklemi mi desem), hangi aklın ürünü?
YanıtlaSilçünkü olmamış bu.
amerikadan araklanmış gibi sanki.
hani ılımlı islam mı denir, hani soft islam mı...
"ya islam sevgi dinidir ya. kardeşçe yaklaşın bize. bak gel konuşalım. sıcak şarap var, içer misin?"